🎇 Allah Yolunda Olanlarla Ilgili Ayetler

Mucizeleriİnkar Edenlerle ilgili AYETLER. www.19.org. 2:17 Durumları, ateş yakan kimselerin şu durumuna benzer: Ateş çevrelerini aydınlatmaya başlayınca ALLAH onların ışığını giderir ve onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakır. 2:18 Eyiman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Hadisler- 1. 1 - Ubade İbnu's-Sâmit el-Ensarî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına Allah'ın bir ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduğuna, keza Hz. Veonların hizbi ile düşmanların hizbi için der ki Cenabı Allah: (36) "Cehennemlik olanlarla cennetlik olanlar bir olamaz. Allah'a ahiret gününe iman ederek Allah yolunda cihat eden kimsenin işi gibi mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah katında bir olamazlar. Onların hakkında inen ayetler, Kur'an'ın dörtte birini teşkil eder Böyleceâdi mallardan, haram kazançlardan verilen zekâtın ve sadakanın kabul olmayacağı anlaşıldı. Âyet-i kerîmenin devamında, şayet size verilecek olsa, bilerek almayacağınız şeyleri, siz de başkasına vermeye yeltenmeyin buyurulmaktadır. Zekât MuhammedSuresi ile ilgili yazıda, Muhammed Suresi Arapça Yazılışı, Muhammed Suresi Türkçe Anlamı ve Muhammed Suresi Fazileti hakkında da bilgiler verdik. Allah yolunda Cihad etmenin inananlar üzerine farz olduğu, Allah yoluna iman ettim deyip ardından oluşacak bir harp durumunda bundan kaçan kişilerin, içlerinde kötülük 12M.Ü. iLAHiYAT FAKÜLTESi DERGiSi . koyan ayet-i kerimeler arasında şunlar vardır: "De ki: (Hiç) bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak te~iz akıl sahibieridir ki, (bunlan) hakkıyle düşünürler1'5 "Allah, içinizden iman etmiş olanlarla kendilerine ilim veril- miş bulunanların derecelerini artırır."6 Tevbesuresi 60. ayet - Açık Kuran. Erhan Aktaş - Kerim Kur'an. Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak; ancak yoksullara, düşkünlere, bununla ilgili görevlilere , kalpleri kazanılacak kimselere , rikab olanlara , borçlulara, Allah yoluna ve yol oğluna aittir. Allah, Her Şeyi Bilen'dir, En Kuranı Kerimde Anne-Baba. Kuran-ı Kerimde Anne-Baba ile ilgili ayetler aşağıda yer almaktadır. Sure ismi ve ayet numarası ile birlikte ayetlerinin hem Arapçasına, hem de mealine yer verilmiştir. 2.83 - Bir vakit İsrailoğullarından söz alıp: "Allah'tan başkasına ibadet etmeyin! Kuranda Gelecekten Mucizane Haber Veren Ayetler. “ And olsun ki Allah, Resul’ünün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etti. İnşaallah hepiniz korkmadan, emniyet içinde ve saçlarınızı tıraş etmiş veya kısaltmış olarak Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir”. Kur’an “bir ilm-i muhite İlgiliAyetler. Müddesir/27-31 – Elmalılı Hamdi Yazır Sekar'ın ne olduğunu bilir misin? Kalplerinde hastalık olanlarla küfre sapmış bulunanlar da; "Allah bununla neyi örneklendirmek istiyor?" desinler. Bu amaçla inceleyeceğimiz ayetler Allah’ın fiziksel olayları insanlara (insan aklına) ayet, işaret, delil, ibret Tevbe38 29) “Eğer Allah’ın yolunda sefere (cihada) çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”. Tevbe 39 30) “Allah’ın yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. ww8G. 11/18- Kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz edilecekler ve şâhitler de, “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır” diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir. 11/19- Onlar halkı Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen kimselerdir. Hem de onlar ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir. 14/3- Dünya hayatını ahirete tercih edenler, insanları Allah yolundan çevirip onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler. 16/88- İnkâr eden ve insanları Allah’ın yolundan alıkoyanların, yapmakta oldukları bozgunculuklarına karşılık azaplarının üstüne azap ekleriz. 22/25- İnkar edenler ile Allah’ın yolundan ve içinde, yerli, misafir bütün insanları eşit kıldığımız Mescid-i Haram’dan alıkoyanlar azabı hak etmişlerdir. Kim de orada zulmederek haktan sapmak isterse biz ona elem dolu bir azaptan tattıracağız. 4/137- İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkar eden, sonra da inkarlarında ileri gidenler var ya; Allah onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir. 5/13- İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lanetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak tahrif edip değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. Ey Muhammed! İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah iyilik yapanları sever. 5/41- Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları halde ağızlarıyla “İnandık” diyenler münafıklar ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar, Yahudiler yalan uydurmak için seni dinlerler14, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin ifade içindeki yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler “Eğer size şu hüküm verilirse onu tutun. O verilmezse sakının.” Allah kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi istemediği Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır. 14-15 7/44- Cennetlikler cehennemliklere, “Rabbimizin bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va’d ettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın laneti zalimlere!” diye seslenir. 7/45- Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkar edenlerdir. 7/86- “Bir de, tehdit ederek Allah’ın yolundan O’na iman edenleri çevirmek, Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki, siz az ve güçsüz idiniz de o sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!?” 9/34- Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele. Borç TanımıBorç kelimesinin Türk Dil Kurumuna göre tanımı şöyle;*** 1. isim Geri verilmek üzere alınan veya ödenmesi gerekli para veya başka bir şey; “Vaktim yok, bana para bul, şu borcu ödeyeyim, söz verdim.” – P. Safa*** Birine karşı bir şeyi yerine getirme yükümlülüğü, vecibe; “Mektubunda diyorsun ki gel gayri / Vatan borcu biter bitmez ordayım” – B. S. Erdoğan Sponsorlu Bağlantılar Kur’an-ı Kerim’de Borç Hakkındaki Ayetler Hangileri?NOT AYETLERİN TÜRKÇE MEALLERİ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ RESMİ İNTERNET SİTESİNDEN Suresi 280. Ayet; Eğer borçlu darlık içindeyse ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, borcu sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha Suresi 282. Ayet; Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, her şeyi olduğu gibi dosdoğru yazsın. Üzerinde hak olan borçlu da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin hepsini tam yazdırsın. Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Bu işleme şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman gelmekten kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alış-veriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi hakkıyla Suresi 283. Ayet; Eğer yolculukta olur da bir yazıcı bulamazsanız, o zaman alınmış rehinler yeterlidir. Eğer birbirinize güvenirseniz kendisine güvenilen kimse emanetini borcunu ödesin ve Rabbi Allah’tan sakınsın. Bir de şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah yaptıklarınızı hakkıyla Suresi 11. Ayet; Allah size, çocuklarınız ın alacağı miras hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. Çocuklar sadece ikiden fazla kız iseler, ölenin geriye bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise mirasın yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da yalnız ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa anasının hissesi altıda birdir. Bu paylaştırma, ölenin yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet Suresi 12. Ayet; Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Bu paylaştırma, ölen karılarınızın yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Yine bu paylaştırma yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa ona altıda bir düşer. Eğer kardeşler birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. Bu paylaştırma varislere zarar vermeksizin yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borcun ödenmesinden sonra yapılır. Bütün bunlar Allah’ın emridir. Allah hakkıyla bilendir, halimdir hemen cezalandırmaz, mühlet verir. Sponsorlu Bağlantılar Maide Suresi 12. Ayet; Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah şöyle demişti “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekatı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, fakirlere gönülden yardımda bulunarak Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkar ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır.”Tevbe Suresi 60. Ayet; Sadakalar zekatlar, Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlarla özgürlüğüne kavuşturulacak köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet Suresi 40. Ayet; Yoksa sen onlardan tebliğ görevine karşılık bir ücret istiyorsun da onlar, borçtan ağır bir yük altında mı kalmışlardır?Hadid Suresi 11. Ayet; Kim Allah’a güzel bir borç verecek ki, Allah da onu kendisine kat kat ödesin. Ona çok değerli bir mükafat da vardır. Sponsorlu Bağlantılar Hadid Suresi 18. Ayet; Şüphesiz ki sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç verenler var ya, verdikleri onlara kat kat ödenir. Ayrıca onlara çok değerli bir mükafat da Suresi 17. Ayet; Eğer siz Allah’a güzel bir borç verirseniz Allah onu size, kat kat öder ve sizi bağışlar. Allah şükrün karşılığını verendir, Halîmdir hemen cezalandırmaz, mühlet verir. Sponsorlu Bağlantılar Kalem Suresi 46. Ayet; Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir borç yükü altına mı girmişlerdir?Müzzemmil Suresi 20. Ayet; Ey Muhammed! Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçirdiğini biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir topluluk da böyle yapıyor. Allah gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete gücünüzün yetmeyeceğini bildi de sizi bağışladı yükünüzü hafifletti. Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O halde, Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz onu Allah katında daha üstün bir iyilik ve daha büyük mükafat olarak bulursunuz. Allah’tan bağışlama dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 13/22- Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır. 14/31- İnanan kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar, hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar. 2/177- İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmenizden ibaret değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, ihtiyacından dolayı isteyene ve özgürlükleri için kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda direnip sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir. 2/215- Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.” 2/219- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için bazı zahiri yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah size âyetleri böyle açıklıyor ki 56 2/254- Ey iman edenler! Hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkar edenler ise zalimlerin ta kendileridir. 2/261- Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir. 2/262- Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden bunları başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab’leri katında mükafatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. 2/267- Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye layıktır. 2/270- Allah yolunda her ne harcar veya her ne adarsanız, şüphesiz Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur. 2/272- Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir. 2/273- Sadakalar kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı dilenmedikleri için, bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca bir şey istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir. 2/274- Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükafatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir 2/276- Allah, faiz malını mahveder, sadakaları71 ise artırır bereketlendirir. Allah hiçbir günahkâr nankörü sevmez. 71 2/3- Onlar gaybe2 inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. 2 22/34- Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır. Şu halde yalnız ona teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele! 22/35- Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir. 28/51- Andolsun, düşünüp öğüt alsınlar diye o sözü Kur’an âyetlerini onlara peşpeşe ulaştırdık. 28/52- Bu Kur’an’dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar. 28/53- Kur’an kendilerine okunduğu zaman, “Ona inandık, şüphesiz o Rabbimizden gelen gerçektir. Şüphesiz biz ondan önce de müslümandık” derler. 28/54- İşte onların, sabredip kötülüğü iyilikle savmaları ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcamaları karşılığında, mükafatları kendilerine iki kez verilecektir. 28/77- “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” 3/133- Rabbinizin bağışına, ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun. 3/134- Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever. 3/16,17- Bunlar, “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru” diyenler,Sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde Allah’tan bağışlanma dileyenlerdir. 3/92- Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir. 34/39- De ki “Şüphesiz, Rabbim rızkı kullarından dilediğine bol bol verir ve dilediğine kısar. Allah yolunda her ne harcarsanız Allah onun yerine başkasını verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.” 35/15- Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla layık olandır. 35/16- Eğer Allah dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir. 35/29- Şüphesiz, Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler. 4/114- Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfât vereceğiz. 4/39- Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın verdiği rızıktan gösterişsiz olarak harcasalardı kendilerine ne zarar gelirdi? Allah, onları en iyi bilendir. 42/36,37,38,39- Dünyalık olarak size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır. Bu mükafat, inananlar ve Rablerine tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar, öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şûrâ danışma ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir. 47/36- Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer inanır ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, O size mükafatınızı verir ve sizden mallarınızı tamamen sarf etmenizi istemez. 47/37- Eğer onları sizden isteyip de sizi zorlasaydı, cimrilik ederdiniz, O da kinlerinizi ortaya çıkarırdı. 47/38- İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. Ama içinizden cimrilik yapanlar var. Kim cimrilik yaparsa ancak kendi zararına cimrilik yapmış olur. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer ondan yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir toplum getirir de onlar sizin gibi olmazlar. 51/15,16- Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi. 51/17- Geceleri pek az uyurlardı. 51/18- Seherlerde bağışlama dilerlerdi. 51/19- Mallarında yardım isteyen ve iffetinden dolayı isteyemeyip mahrum olanlar için bir hak vardır. 57/10- Size ne oluyor da, Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden, fetihten Mekke fethinden önce harcayanlar ve savaşanlar, diğerleri ile bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı cenneti vadetmiştir. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. 57/11- Kim Allah’a güzel bir borç verecek ki, Allah da onu kendisine kat kat ödesin. Ona çok değerli bir mükafat da vardır. 57/7- Allah’a ve Resülüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, Allah yolunda harcayın. İçinizden iman edip de Allah yolunda harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükafat 3 59/9- Onlardan muhacirlerden önce o yurda Medine’ye yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. 61/10- Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size? 61/11- Allah’a ve peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. 61/12- Bunu yapınız ki Allah, günahlarınızı bağışlasın, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koysun. İşte bu büyük başarıdır. 63/10- Herhangi birinize ölüm gelip de, “Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın. 63/11- Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. 64/15- Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükafat vardır. 64/16- O halde, gücünüz yettiği kadar Allah’a karşı gelmekten sakının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğiniz için harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. 64/17- Eğer siz Allah’a güzel bir borç verirseniz Allah onu size, kat kat öder ve sizi bağışlar. Allah şükrün karşılığını verendir, Halîmdir hemen cezalandırmaz, mühlet verir. 70/19- Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. 70/20- Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. 70/21- Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır. 70/22- Ancak, namaz kılanlar başka. 70/23- Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir. 70/24,25- Onlar, mallarında; isteyenler ve isteyemeyip mahrum kalanlar için belli bir hak bulunan kimselerdir. 74/38- Herkes kazandığına karşılık bir rehindir. 74/39- Ancak ahiret mutluluğuna eren kimseler 4 74/40,41,42- Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler “Sizi Sekar’a cehenneme ne soktu?” 74/43- Onlar şöyle derler “Biz namaz kılanlardan değildik.” 74/44- “Yoksula yedirmezdik.” 76/5- İyiler ise, katkısı kâfur olan içecekler dolu bir kadehten içerler. 76/6- Bir pınar ki Allah’ın kulları ondan içer, onu istedikleri şekilde fışkırtıp akıtırlar. 76/7- O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar. 76/8- Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. 76/9- Yedirdikleri kimselere şöyle derler “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.” 8/3- Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. 8/60- Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez. 9/103- Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka zekat al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir Onların kalplerini yatıştırır. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. 9/104- Onlar, kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi? 9/120- Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah’ın Resûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amel in sevabı yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah iyilik yapanların mükafatını elbette zayi etmez. 9/121- Allah yolunda küçük, büyük bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi katetmezler ki bunlar, Allah’ın, yaptıklarının daha güzeliyle kendilerini mükafatlandırması için hesaplarına yazılmış olmasın. 9/34- Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele. 9/35- O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve, “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı”! denilecek. 9/99- Bedevîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki bu, Allah katında onlar için yakınlıktır. Allah onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 90/11- Fakat o, sarp yokuşa atılmadı. 90/12- Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? 90/13- O tutsak bir boynu çözmekköle azat etmek tir. 90/14,15,16- Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. 92/17,18- Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan kimse o ateşten uzak tutulacaktır. Meallerdeki sıralama bir tercih sıralaması değil alfabetik sıralamadır. Ziyaretçilerimiz takip etmek istedikleri mealleri sol sütundan seçerek ilerleyebilirler. Tercihlerinin hatırlanması için "Tercihimi Hatırla" tıklanmalıdır. Velenebluvennekum hattâ na’leme-lmucâhidîne minkum ve-ssâbirîne ve nebluve aḣbârakumVe andolsun ki sizden savaşanları ve sabredenleri bildirmek ve gizlediklerinizi haber vermek için sizi sınamaktadır. Andolsun, Biz içinizden gerçek mücahit olanlarla davasında sabredip dik duranları bilip, onları kaypaklardan ayırıncaya ve sadıkları belli edip ortaya çıkarıncaya kadar, sizi imtihana tâbi tutacağız ve İslam davası ve Allah rızası konusunda iddia edip haber verdiklerinizin doğruluk derecesini sınayıp herkesin ayarını ve amacını ortaya koyacağız. Ve hepinizi mutlaka sınayacağız ki, bizim yolumuzda üstün gayret gösterenleri ve sıkıntılara göğüs gerenleri diğerlerinden ayırabilelim. Çünkü biz iman ve cihadla alakalı bütün iddialarınızın doğruluğunu ki, içinizden hayatlarını ortaya koyarak, konuşarak, yazarak, hesapsız servet harcayarak cihad edenlerle, şer'î mükellefiyetlere riayet edenleri, sabrederek mücadeleye devam edenleri belirleyinceye, amellerinizi, davranışlarınızı görüp açığa çıkarıncaya kadar, elbette sizi imtihan ki, sizi içinizden cihad edenleri ve sabredenleri bilinceye kadar [4] deneyeceğiz. Haberlerinizi de sınayacağız. [5] çıkarıncaya açığa biz sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye belli edip ortaya çıkarıncaya kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız açıklayacağız.And olsun, sizi savaşla imtihana sokacağız; tâ ki içinizden mücahidleri ve sabır gösterenleri meydana çıkaralım ve haberlerinizi imtihan meydanlarına örnek Biz, sizden olan mücahid ve sabredenleri bilinceye kadar ve kalplerinizde olan gizlilikleri ortaya çıkartıncaya kadar sizi ki, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri bilmek için sizi imtihan edeceğiz; sözlerinizin doğruluğunu da test savaşanlarla, sabredenleri ayırt etmeklik için, sizi sınarız, sizin haberlerinizi açıklarız daAndolsun ki, içinizden, üstün gayret gösterenleri ve sıkıntılara göğüs gerenleri belirlemek için sizi imtihan edeceğiz. Ayrıca söz ve davranışlarınızın örtüşüp örtüşmediğini de uğrunda mücâhede idenleri ve sebât iyleyenleri zâhire ihrâc idinceye kadar sizi tecziye olsun ki sizi, içinizden cihada çıkanları ve sabredenleri meydana çıkarana ve haberlerinizi açıklayana kadar içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz. Âyet, müminlerin cihadla ve güçlüğü olan diğer yükümlülüklerle imtihan edileceklerini, ayrıca itaat veya isyanlarının açıklanacağını haber vermektedi... Devamı..Sizden çaba gösterenleri ve güçlüklere karşı direnenleri ortaya çıkarıncaya kadar sizi sınayacağız ve kalitenizi ki, biz içinizden cihad edenlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya ve yaptıklarınızla ilgili haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi hakkı için sizi imtihana sokacağız, tâ ki içinizden mücahidleri ve sabredenleri belli edelim ve haberlerinizi imtihan meydanlarına nümune yapalımİçinizden cihad edenleri ve sabredenleri ortaya çıkarıncaya kadar sizi sınava tabi tutarız. Ve haberlerinizi¹ de sınava tabi Konuştuklarınıza bağlı kalıp kalmadığınızı, sözünüzde durup sizi imtihan edeceğiz. Tâki içinizden mücâhidleri ve sabr-u sebat edenleri belirtelim. Haberlerinizi hakkı için, içinizden cihâd edenleri ve sabredenleri belli edinceye ve haberlerinizi sırlarınızı ortaya çıkarıncaya kadar, sizi imtihân edeceğiz!22Vaktiyle bir eşkıya reisi iken tevbe eden ve maneviyâtta çok inkişaf eden Fudayl bin İyad hazretlerira, bu âyet-i celîleyi okudukça ağlar ve der... Devamı..Sizin aranızdan Allah yolunda mücadele edenleri ve sabredenleri öğreninceye kadar mutlaka deneyeceğiz ve aynı zaman da sizin savaş haberlerinizle olsun ki Biz kesenkes seni sınayacağız. İçinizde din uğrunda savaşanlarla katlananları bilinceye kadar. Sizin için söylenenleri de sınayacağız.* İçinizden vuruşanlarla katlananları ayırdetmek için sizi imtihana çekeceğiz, size ait haberleri de aşikâr edeceğiz [¹].[1] Veya ahvalinizi de Biz; sizi bazı görevlerle sınayacağız ki, içinizden Allah yolunda cihat edenleri, sıkıntıya sabredenleri/ göğüs gerenleri ve sizinle ilgili haberlerin doğru olup olmadığını ortaya biz, sizden mücahit olanlarla sabredenleri belirleyip ortaya çıkarıncaya ve yaptıklarınızla ilgili haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi ki, içinizden Allah yolunda mücâdele eden ve bu uğurda karşısına çıkan sıkıntılara sabreden samîmî ve fedâkâr müminleri ortaya çıkarıncaya kadar, hepinizi çetin bir sınavdan geçireceğiz; ayrıca, iman ve itaat konusundaki bütün iddialarınızı birer birer denemeye tâbi Mücahidler’i ve Sabırlılar’ı bilmemiz için sizi denemekteyiz. Haberlerinizi de denemekteyiz / test biz, kim gayretli, kim sabırlı gösterene kadar, sizi sınamaya devam edeceğiz. Ayrıca haberlerinizi de süzüyoruz...Andolsun! İçinizden Allah yolunda mücadele edenleri, bu yolda azimli, kararlı olanları belirleyinceye, durumlarınızı gerçeğinizle ortaya koyuncaya kadar sizi mutlaka imtihan edeceğiz; ta ki içinizden [cihad] edenlerle fedakârlık yapanlarla sabredenleri bildirip ortaya çıkaralım [*] ve haberlerinizin doğruluğunu deneyelim.“Yüce Allah’ın bilmesi” ifadesiyle ilgili izahımız ve ilgili ayetler için bkz. Âl-i İmrân 3140, dipnot içinizden Bizim yolumuzda cihad edenlerle, sabredenleri ortaya çıkarıncaya kadar, sizi deneyeceğiz ve bu konudaki haberlerinizi herkese Âyetin son bölümü “haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” diye de tercüme hepinizi mutlaka sınayacağız ki [Bizim yolumuzda] üstün gayret gösterenleri ve sıkıntılara göğüs gerenleri diğerlerinden ayırabilelim ³⁷ çünkü biz, bütün iddialarınızı[n ³⁸ doğruluğunu] Karş. 3140, ki orada alime fiili aynı şekilde Lafzen, “haberlerinizin” -yani, inanç konusuyla ilgili bütün iddialarınızın. Burada... Devamı..Andolsun ki içinizden Allah yolunda tüm gayretini gösterenleri ve davasında direnip sabredenleri ortaya çıkarıncaya kadar sizi ve tüm iddialarınızı da sınayacağız. 3/142, 29/2İçinizden Allah yolunda üstün çaba gösteren ve zorluklara karşı direnenleri belirleyinceye kadar[⁴⁵⁷⁴] sizi mutlaka sınayacağız zira Biz, sizin bütün iddialarınızı sınarız.[4574] Veya “bilinceye kadar”. Tercihimizin gerekçesi için bkz 2143, not hakkı için sizi imtihana tâbi tutacağız, tâ ki, sizden mücâhit olanlar ile sabredici olanları bilelim ve sizin haberlerinizi de mutlaka imtihan edeceğiz, ta ki içinizden mücahede edenleri, sabır ve sebat gösterenleri ortaya çıkaracak ve gösterdiğiniz yararlılıkları imtihan meydanlarında örnek göstereceğiz. Allah’ın tanıması İşlere karşılık verilmesine, ceza veya mükâfat verilmesine esas teşkil edecek şekilde, fiilî olarak tanıyıp bilmesi demektir. Yoksa... Devamı..Andolsun biz sizi deneyeceğiz ki içinizden cihadedenleri güçlüklere sabredenleri bilelim ve söylediğiniz sözlerin doğru olup olmadığını bir gerçek ki içinizden mücadele cihad edenleri ve sabırlı davrananları öğreninceye; haberlerinizi ortaya çıkarıncaya kadar sizi zorlu bir imtihandan mücahidleri ve sabırlı olanları tesbit edene kadar sizi Elbette deneyeceğiz. Haberlerinizi de şu ki, içinizden cihad eden ve sabredenleri ayırt edinceye ve sözlerinizin doğruluğunu meydana çıkarıncaya kadar Biz sizi sınamaya devam olsun, içinizden gayret gösterip didinenlerle sabredenleri bilinceye kadar, sizi belalarla imtihan edeceğiz. Haberlerinizi de eleyip śınayavuz sizi tā bilevüz ġaża eyleyicileri sizden daħı śabr eyleyicileri daħı śınayavuz ṣınayacaġuz sizi ġazālıġa buyurmaġ‐ıla. Ḥattā biz bilmeg‐içün sizdenġazālıḳ iden kimseleri, ṣabr idicileri daḫı. Daḫı sizüñ ḫaberlerüñüzi ṣına‐maġ‐ıçun.Ey mö’minlər! And olsun ki, Biz içərinizdəki mücahidləri və əziyyətlərə səbr edənləri ayırd edib bilmək ümmətə mə’lum etmək üçün sizi imtahana çəkəcək və sizə dair xəbərləri əməllərinizi də yoxlayacağıq. Elə edəcəyik ki, Allahın sizin barənizdə əzəldən bildikləri – kimin həqiqi, kimin yalançı mö’min olduğu zahirə çıxıb Onun bütün bəndələrinə bəlli olsun!And verily We shall try you till We know those of you who strive hard for the cause of Allah and the steadfast, and till We test your We shall try you4855 until We test those among you who strive their utmost and persevere in patience; and We shall try your reported mettle.48564855 Cf. 3421, and n. 3821. The test and trial is for our own psychological development, to help in the exercise of such choice as has been given to ... Devamı.. Allah yolunda olmanın ehemmiyeti ve faydası nedir? Allah yolunda gayret sahibi olmak ile ilgili yolunda gayretli olmanın İslâm dînindeki adı “Cihâd”dır. Cihâd, İslâm’ın muhâfazasına ve devâmına medâr olan her fiili içine alan geniş bir mânâya sâhiptir. Dolayısıyla, cihâd için, düşmana karşı mutlaka silâhlı bir mücâdele yapmak gerektiği şeklinde bir düşünceye kapılmamak îcâb eder. Nitekim âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde ifâde buyrulan mal ve can ile cihâddan kasıt da, yalnızca silâhla savaşmak değildir. Zîrâ silâh, zulmü kaldırmak ve hakkı tevzî etmek için son çâre olarak mecbur kalındığında kullanılan bir vâsıtadır. Cihâdın hedefi fetihtir. Fetihlerin en ulvîsi ise gönüllerin fethidir ki, bunu gerçekleştirebilmek için, başta sözlü ve yazılı tebliğ olmak üzere pek çok yol ve vâsıta mevcuttur. Nitekim cihâd âyetlerinin çokça nâzil olduğu Mekke döneminde mü’minlerin henüz ciddî bir harp gücü yoktu. Onlar, câhiliye insanlarının zulüm ve terörüne karşı İslâm’ı, yâni insanlığı, hakkı, adâleti tevzî ve tebliğ adına sâdece bir mü’min şahsiyeti sergileyebiliyorlardı. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, onların bu hâlini “büyük cihâd” diye isimlendirmiştir.[1] Bu geniş mânâsıyla cihâd, müslümanlar için çok mühim bir vazifedir. Onun ehemmiyetini şuradan da anlayabiliriz ki, Cenâb-ı Hak, bâzı emirlerinde mükellefiyetin hem nisâbını ve hem de nisbetini beyan buyurmuştur. Meselâ zekâtın, ne miktarda mala sâhip olunursa ödenmesi gerektiği belli olduğu gibi ne nisbette ödeneceği de bellidir. Namaz, oruç vs. de hep böyledir. Bunlar tâyin edilen miktarda îfâ edildiğinde mü'min, borçtan kurtulmuş olmanın gönül huzuruna erişebilir. Lâkin, cihâd için ne nisâb, ne de nisbet bildirilmiştir. Bu yüzdendir ki, sâhip olunan imkânları Allah yolunda son haddine kadar sarf etmek gerekmektedir. Zîrâ, ne kadar gayret edilirse edilsin, yine de borcun ödendiğine dâir bir kanaat sâhibi olunamaması, gayretin âzamî derecede sarf edilmesini gerektirmektedir. Böyle olduğu hâlde, bugün İslâmî esaslar arasında en fazla ihmâl edilen mevzû, cihâddır. Hâlbuki farzların sıralanmasında o ilk sırayı teşkil etmektedir. Lâkin insanların çoğu, dîn gayretiyle İslâm’ın muhâfaza ve müdâfaası istikâmetindeki küçük bir amelde bulunmakla mes’ûliyetini yerine getirdiğini düşünerek hemen tesellîye kavuşmakta, rehâvete kapılmaktadır. Çoğu kimse, bu hususta miktârı tâyin edilmemiş bir borç altında olduğundan gâfildir. Gerçek bir mü’min, îman nîmetini kendisine ulaştıran geçmişlerinin hizmetlerini takdir etmekle birlikte, bu nîmetin gelecek nesillere intikâlini sağlayacak amellere de dört elle sarılmak mecbûriyetindedir. Çünkü günümüzdeki en büyük cihâd, mü’minin kendini toplumun gidişâtından mes’ûl hissederek emr bi’l-mârûf ve nehy ani’l-münker’de bulunması, yâni İslâm’ı güzel bir üslûb ile bizzat yaşayarak çevresindekilere anlatmasıdır. ALLAH YOLUNDA OLMANIN EHEMMİYETİ VE FAYDASI Allah yolunda gayret sâhibi olmak, her mü’min için, hem aslî bir vazife hem de en büyük bahtiyarlıktır. Cenâb-ı Hak, rızâ-yı ilâhîsi yolunda gayret etmenin kulları için ne kadar kârlı bir ticâret olduğunu şöyle beyân buyurmaktadır “Ey îmân edenler! Size, elem verici bir azaptan kurtaracak ticâreti göstereyim mi? Allâh’a ve Rasûlü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” es-Saff, 10-11 Yüce Rabbimiz, kendi yolunda yardımlaşarak, kardeşçe ve muhabbetle çalışan kullarını sevdiğini bildirmiş[2] ve onları şöyle müjdelemiştir “Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücâhede edenlere elbette muvaffakıyet yollarımızı gösteririz…” el-Ankebût, 69 Zâten Allâh’ın rahmetini ummaya hak kazananlar da ancak böyle kimselerdir.[3] Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz birgün ashâbı ile birlikte yürürken durmuş ve “İçinizde, benim Kur’ân’ın nüzûlü ve tebliği husûsunda gayret ve titizlik gösterdiğim gibi, onun tefsîr edilip anlaşılmasında da aynı tavrı sergileyecek kimseler vardır!” buyurmuştur. Ahmed, III, 82 Fahr-i Kâinât Efendimiz bu sözüyle, Allâh için çalışan mü’minleri medhetmiş ve onları kendi dâvâsının temsilcileri olarak gördüğünü beyân etmiştir. Mevlânâ Hazretleri, her hâlükârda Allah yolunda gayret göstermek gerektiğini ne güzel ifâde eder “İster yavaş gitsin, ister acele edip koşsun, arayan elbette aradığını bulur. Ey Hak yoluna düşen kişi, isteğine iki elinle sarıl! Çünkü istek, iyi bir kılavuzdur. Topal da olsan, sakat da olsan, uyuklasan, hattâ kusurlu da olsan, yine O’nun yolunda ol, O’na doğru sürün, O’nu, yâni Allâh’ı ara! Allah yolunda sürüne sürüne çevgen önündeki bir top gibi O’na doğru koş! Bâzen söz söyleyerek, bâzen susarak, bâzen koklayarak her taraftan O Hakîkat Pâdişâhı’nın feyz kokusunu almaya çalış!” Yine Hazret-i Mevlânâ, Allah yolunda olmanın ehemmiyetini ve faydasını şöyle ifâde eder “Uykun varsa bile Hak yolunda uyu, yoldan kalma! Allah yolunda uyurken belki kâmil bir yolcu rastlar da, seni gafletten, uykudaki hayallerden kurtarır.” Birgün ashâb-ı kirâmdan biri, hangi ibâdetin cihâda denk olduğunu sordu. Rasûl-i Ekrem Efendimiz ona, böyle bir ibâdetin bulunmadığını söyledi. Adam ısrarla aynı soruyu soruyor, Efendimiz de aynı cevâbı veriyordu. Sonunda Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şunları söyledi “Allah yolunda cihâd eden kimse neye benzer bilir misin? Savaşa giden yiğit, cepheden dönünceye kadar; hiç ara vermeden namaz kılan, hiç iftar etmeden oruç tutan ve Allâh’ın âyetlerine hakkıyla itaat eden kimse gibidir. Sen bunu yapabilir misin?” Buhârî, Cihâd, 1; Müslim, İmâre, 110; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 1 Allah yolunda gayret, herkesin imkânına ve istîdâdına göredir. Herkes aynı şeyden mes’ûl değildir. Kimi malıyla, kimi canıyla, kimi ilmiyle, kimi konuşmasıyla, kimi de beden kuvvetiyle, elinden geldiğince Allah yolunda çalışır ve O’nun rızâsını kazanmaya gayret eder. Mü’min, niyetiyle yaptığı her işin Allah yolunda olmasını sağlayabilir. Samîmî bir niyetle yaşarken, yemesi, içmesi, çalışması, hattâ uyuması bile Allah yolunda sayılır. Helâlinden kazanmak için çalışması, evlâtlarını İslâmî bir terbiye ile yetiştirmek için gayret göstermesi, güzelce ibâdet edebilmek için yiyip içmesi ve uyuması bile ibâdet sayılır. Bu esnâda, imkânı nisbetinde Allâh’ın dînine yardımcı olması veya bu gâye ile çalışanlara destek vermesi de Allah yolundaki gayretler cümlesindendir. ALLAH YOLUNDA GAYRET ÖRNEKLERİ Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, büyük bir tevâzû ile Allâh için yapılabilecek her işe koşmuştur. Bir devlet başkanı olduğu hâlde Mescid-i Nebevî’nin inşâsında ashâbıyla birlikte kerpiç taşımıştır. O bir taraftan kerpiçleri taşırken, bir yandan da “Bu yük Hayber yükü değildir. Ey Rabbimiz! Bu, Sen’in katında daha kalıcı, daha iyi ve daha temiz bir iştir.” buyurmuştur. Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 45 Peygamber Efendimiz bu sözleriyle; taşımakta oldukları yükün dünyevî bir menfaat için olmadığını, Allah yolundaki bu gayretin, insanların Hayber’den ticâret maksadıyla getirdikleri hurma ve kuru üzüm gibi maddî metâlardan daha kârlı ve hayırlı olduğunu ifâde buyurmuştur. Yine mescidin inşâsı esnâsında, toprak taşıyan bir adam, Âlemlerin Efendisi’ne rastlayınca O’na “–Ey Allâh’ın Rasûlü! Müsâade buyrunuz, kerpicinizi ben taşıyayım!” demişti. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ise cevâben “–Sen git, başka bir tane al! Zîrâ sen Allâh’a benden daha çok muhtaç değilsin!” buyurdu.[4] Demek ki her insan Allah Teâlâ’ya muhtaçtır ve O’nun rızâsını kazanmak için elinden gelen her hizmete koşmak zorundadır. Bu sebeple de her müslüman, imkânı ve gücü nisbetinde Allah yolunda ihlâsla gayret etmelidir. Allah Teâlâ, kullarını güçlerinin yetmeyeceği hususlarda mes’ûl tutmamakla birlikte, yapabilecekleri hizmetlerdeki ihmalleri sebebiyle de hesâba çekecektir. Diğer İnsanlar İçin Bir Ecir Var, Senin İçin ise İki Ecir Var! Mescid-i Nebevî yapılırken, herkes kerpiçleri birer birer taşıyor, Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anh- ise, biri kendisi, diğeri de Peygamber Efendimiz için olmak üzere ikişer ikişer taşıyordu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu gördü, tozlarını silkeledi ve “–Ey Ammar! Sen kerpiçleri niçin arkadaşların gibi birer birer taşımıyorsun?” diye sordu. O da “–Allah’tan, bunun ecrini bekliyorum!” dedi. Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz onun sırtını sıvazladı ve “–Ey Sümeyye’nin oğlu! Diğer insanlar için bir ecir var, senin için ise iki ecir var!” buyurdu. Ahmed, III, 91; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 256 Allah Yolundaki Hizmet Abdullah bin Evfâ -radıyallâhu anh-’ın, hanımı vefât ettiğinde insanlara söylediği şu sözler, ashâb-ı kirâmın Allah yolundaki hizmet ve gayretlere olan şevk ve heyecanlarını ne güzel dile getirmektedir “–Onun tabutunu taşıyın, hem de şevkle taşıyın! Çünkü o ve hizmetçileri, temeli takvâ üzerine kurulan Peygamberimiz’in mescidi için geceleri taş taşırlardı. Biz erkekler de gündüzleri ikişer ikişer taşırdık.” Heysemî, II, 10 Dünya ve İçindekilerden Daha Hayırlı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbıyla birlikte Bedir’e doğru yola çıktığında, deve sayısı yetersiz olduğundan, bir deveye sırayla üç kişi biniyordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz de, devesine Hazret-i Ali ve Ebû Lübâbe -radıyallâhu anhümâ- ile nöbetleşe biniyordu. Yürüme sırası Peygamber Efendimiz’e gelince arkadaşları “–Yâ Rasûlallah! Lütfen siz binin! Biz, Siz’in yerinize de yürürüz.” dediler. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise “–Siz yürümeye benden daha tahammüllü değilsiniz. Ayrıca ben de sevap kazanma husûsunda sizden daha müstağnî değilim.” buyurdu. İbn-i Sa’d, II, 21; Ahmed, I, 422 İşte Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sevap kazanma husûsundaki bitmez tükenmez azmi… Bir müslüman da Server-i Âlem Efendimiz’in izini tâkip ederek hiçbir zaman hayra ve sevâba doymamalı, son nefesine kadar Allah yolunda ecir kazandıracak adımlar atmalıdır. Zîrâ bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur “Sabah veya akşam Allah yolunda birazcık yürümek, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır…” Buhârî, Cihâd, 6 Allah’ın Rızasını Tahsil Genç sahâbîlerin Allâh’ın rızâsını tahsîl için gösterdikleri gayreti sergileyen şu misaller de pek mânidardır Peygamber Efendimiz, Bedir’e gitmeden önce ordusunu teftiş etmiş, on beş yaşından küçük olanları geri çevirmişti. Sa’d bin Ebî Vakkâs -radıyallâhu anh-, o gün yaşadığı bir hâtırasını şöyle nakleder “Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yaşı küçük olanları çevirmesinden az önce, kardeşim Umeyr’i saklanmaya çalışırken gördüm –Ne oldu sana kardeşim?» dedim. –Allah Rasûlü beni küçük görür de geri çevirir diye korkuyorum! Hâlbuki ben sefere çıkmayı çok istiyorum ve Allâh’ın bana şehîdlik nasîb etmesini ümîd ediyorum!» dedi. Gerçekten de kardeşim Umeyr, Rasûlullâh’a arz edilince onun henüz küçük olduğunu görüp –Sen geri dön!» buyurdu. Umeyr ağlamaya başladı. Onun üzülmesini istemeyen Peygamber Efendimiz de kendisine müsâade buyurdu. Umeyr küçük olduğu için kılıcını ben bağlayıveriyordum. Bedir’de şehîd düştüğü zaman 16 yaşlarında idi.” Vâkıdî, I, 21; İbn-i Sa’d, III, 149-150 Savaşa Katılmak İsteyen Gençler Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Uhud Harbi’ne çıkarken, bir yerde durmuş ordusunu teftiş ediyordu. Savaşa katılabilecek yaştaki gençlere izin veriyor, müsâit olmayanları ise geri çeviriyordu. Semüre bin Cündeb ile Râfî bin Hadîc de geri çevrilenler arasında idi. Züheyr bin Râfî “–Yâ Rasûlallah! Râfî iyi ok atar!” diyerek onun orduya katılmasını istedi. Râfî bin Hadîc hâdisenin devâmını şöyle anlatır “Ayaklarımda mestlerim vardı. Parmaklarımın ucuna basarak uzun görünmeye çalıştım. Rasûlullah da benim orduya katılmama izin verdi. Semüre bin Cündeb, bana müsâade edildiğini duyunca, üvey babası Mürey bin Sinân’a –Babacığım! Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- Râfî’ye müsâade etti. Beni ise geri çevirdi. Hâlbuki ben güreşte onu yenebilirim.» dedi. Mürey -radıyallâhu anh- –Yâ Rasûlallah! Benim oğlumu geri çevirip Râfî’ye izin verdiniz. Oysa oğlum güreşte Râfî’yi yener.» dedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Semüre ile bana –Haydi güreşin bakalım!» dedi. Güreştik, neticede Semüre beni yendi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona da izin verdi.”[5] İlerle Ey Musab Genç sahâbîlerden Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-, Uhud’da Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i müdâfaa ederken şehîd olmuştu. Bunun üzerine meleklerden biri, Hazret-i Mus’ab’ın sûretine girerek elinden sancağı almıştı. Peygamber Efendimiz ise henüz O’nun şehâdetinden haberdar olmadığı için sancaktara hitâben “– تَقَدَّمْ يَا مُصْعَبُ İlerle ey Mus’ab!” buyurmuşlardı. Bunun üzerine melek dönüp bakınca onun Mus’ab değil, bir melek olduğunu fark eden Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz, mübârek sahâbîsinin şehîd olduğunu anlamışlardı. Daha sonra Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-’ın mübârek naaşı bulunmuş, ancak bu sefer de onu saracak bir kefen bulunamamıştı. İbn-i Sa’d, III, 121-122 Sonunda kısa da olsa bir kefen bulundu. Fakat onunla başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Vaziyet Allah Rasûlü’ne bildirildi. Fahr-i Kâinât Efendimiz, mübârek şehîdin başının kefenle, açıkta kalan ayaklarının da Arfec denilen güzel kokulu otlarla örtülmesini emir buyurdu. Bkz. Buhârî, Cenâiz, 27 İki Gözcü Müslümanlar Bedir’e gelip yerleştiklerinde, Kureyş, Umeyr bin Vehb ve süvârîlerinden Ebû Üsâme’yi birbiri ardınca İslâm ordusunu teftiş etmek için göndermişlerdi. İslâm ordusunun etrafını dolaşan bu iki gözcü de, yaklaşık şu beyanda bulundular “–Vallâhi, ne kısır ve iri develer ne atlar ne sayıca çok asker ve ne de büyük bir hazırlık gördüm! Fakat öyle bir cemaat gördüm ki, onlar âilelerine dönüp gitmeyi değil, şehîd olmayı arzu ediyorlar! Kılıçlarından başka kendilerini savunacakları bir şeyleri ve sığınakları da bulunmuyor!” Vâkıdî, I, 62 Cennete Girmek Üzere Ayağa Kalkınız! Enes -radıyallâhu anh-’ın bildirdiğine göre, Bedir’de müşrikler yaklaştığında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “–Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete girmek üzere ayağa kalkınız!” buyurdu. Ensâr’dan Umeyr bin Hümâm -radıyallâhu anh- “–Yâ Rasûlallah! Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennet mi?” diye sordu. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- “–Evet.” buyurdu. Umeyr “–Ne iyi, ne âlâ!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “–Niye öyle söyledin?” diye sordu. Umeyr -radıyallâhu anh- “–Allâh’a yemin ederim ki yâ Rasûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka bir maksadım yok.” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz “–Şüphesiz sen cennetliksin.” buyurdu. Umeyr, bu söz üzerine torbasından birkaç hurma çıkartıp onları yemeye başladı. Sonra da “–Eğer şu hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam, bu gerçekten uzun bir hayattır.” diyerek elindeki hurmaları attı ve cihâda koştu. Sonra şehîd oluncaya kadar müşriklerle savaştı. Müslim, İmâre, 145; Ahmed, III, 137 Kadına Sormaya Gerek Yok Tafâve Kabîlesi’nden bir tüccar şöyle anlatır “Kâfilemizle Medîne’ye gitmiştim. Mallarımızı sattıktan sonra kendi kendime; Şu zâta Peygamber Efendimiz’e bir uğrayayım da kabîleme O’nunla alâkalı haberler götüreyim.» diyerek Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına vardım. Bana bir ev göstererek şöyle buyurdu –Şu evde bir kadın oturuyor. Bir İslâm birliği ile gazâya çıkmış, geride on iki keçi ile bir dokuma tezgâhı bırakmıştı. Döndüğünde keçileri ile dokuma tezgâhının kaybolduğunu gördü. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk’a; “Yâ Rabbî! Sen’in yolunda sefere çıkan kimseleri hıfz u emânına aldığını bildirmiş, teminat vermiştin. Keçilerim ve tezgâhım kaybolmuş, Sen’den keçilerimi ve tezgâhımı istiyorum.” diye duâ etti… Sabah kalktığında kaybolan keçilerini ve tezgâhını iki kat fazlasıyla buldu. İşte kadın orada, istersen git kendisine sor!» Ben de –Sana inanıyor ve Sen’i tasdîk ediyorum, kadına sormaya gerek yok!» karşılığını verdim.” Ahmed, V, 67; Heysemî, V, 277 Cennette Topallayarak Yürüdü Ensâr’dan Selimeoğulları’nın reisi Amr bin Cemûh, topal bir kimse idi. Kendisinin dört oğlu vardı; Allah Rasûlü ile birlikte savaşlara katılırlardı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Uhud Gazvesi’ne çıkacağı sırada Amr da sefere katılmak istedi. Oğulları “–Sen cihâd ile mükellef değilsin. Allah Teâlâ seni özür sâhibi olarak kabûl etti. Biz senin yerine gidiyoruz.” dediler. Amr -radıyallâhu anh- “–Siz zâten Bedir günü benim cennete girmeme mânî oldunuz. Vallâhi ben bugün sağ kalsam dahî, muhakkak birgün şehîd olup cennete gireceğim!” dedi. Sonra hanımına da “–Herkes şehîd olup cennete giderken ben sizin yanınızda oturup duracak mıyım?” diyerek çıkıştı. Hemen kalkanını aldı ve “–Allâh’ım! Beni âileme geri çevirme!” diye duâ ettikten sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gitti. Peygamber Efendimiz’e “–Oğullarım beni Medîne’de bırakmak istiyorlar. Beni, Sen’inle birlikte savaşa çıkmaktan menediyorlar. Vallâhi, ben şu topal hâlimle cennete ayak basmayı arzuluyorum.” dedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “–Allah Teâlâ seni mâzur görmüştür. Sana cihâd farz değildir.” buyurdu. Amr -radıyallâhu anh- “–Yâ Rasûlallah! Siz benim Allah yolunda ölünceye kadar savaşarak şehîd olup şu topal ayağımla cennette yürümemi uygun görmez misiniz?” dedi. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz “–Evet, uygun görürüm.” buyurdu. Oğullarına da “–Artık babanızı savaştan menetmeyiniz. Umulur ki, Allah ona şehâdet nasîb eder.” buyurdu. Amr kıbleye döndü ve “–Allâh’ım! Bana şehîdlik nasîb eyle! Beni mahrum ve me’yûs olarak ev halkımın yanına döndürme!” diyerek duâ etti ve cihâda katıldı. Uhud Harbi’ne iştirâk eden, şehâdet heyecânıyla dolu bu sahâbî, cihâd esnâsında; “Vallâhi ben cenneti özlüyorum.” demiş, netîcede kendisini korumaya çalışan bir oğlu ile birlikte şehîd düşmüştür. Daha sonra Fahr-i Kâinât Efendimiz onun hakkında “Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, Amr’ın cennette topallayarak yürüdüğünü gördüm!” buyurmuştur. Vâkıdî, I, 264-265; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV, 208 Önce Müslüman Ol, Sonra Savaş! Kabîlesinin İslâm’a girmesine önce îtirâz eden, fakat daha sonra da bu hareketine pişman olan Usayram, tepeden tırnağa silâhlanmış bir hâlde Uhud’a, Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına geldi ve “–Yâ Rasûlallah! Sizinle birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım?” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz “–Önce müslüman ol, sonra savaş!” buyurdu. Bunun üzerine Usayram müslüman oldu, sonra savaştı ve şehîd oldu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “–Az çalıştı, fakat çok kazandı!” buyurdu. Buhârî, Cihâd, 13; Müslim, İmâre, 144 Yaralıların arasında yatarken, kendisine meraklı nazarlarla bakanlara son nefesinde “–Ben müslüman olmak için geldim. Allah ve Rasûlü uğrunda çarpıştım ve yaralandım!” diyordu. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, bu mübârek şehîdi, bir bilmece gibi sahâbîlere sorar “–Söyleyin bakalım, hayâtında bir kere bile namaz kılmadan cennete giren kişi kimdir?” derdi. İnsanlar cevâbını bilemez, kendisinin söylemesini isterlerdi. Ebû Hüreyre de “–O, Usayram, yâni Amr bin Sâbit’tir!” derdi. İbn-i Hişâm, III, 39-40; Vâkıdî, I, 262 Evde Himâyeye Muhtaç Kızlar Olmasaydı Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anhümâ- şöyle demiştir “Uhud Harbi’nden önceki gece babam beni yanına çağırdı ve –Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sahâbîlerinden ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağımı sanıyorum. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den sonra, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Borçlarım var, onları öde. Kardeşlerine dâimâ iyi muâmelede bulun.» dedi.” Diğer bir rivâyete göre, bu îman heyecânını oğluyla da paylaşma arzusunu şöyle dile getirdi “–Câbir! Evde himâyeye muhtaç kızlar olmasaydı senin de şehîd olmanı isterdim!..” Câbir -radıyallâhu anh- devamla der ki “–Sabahleyin babam ilk şehîd düşen kişi oldu. Bir başka şehîd ile birlikte onu bir kabre defnettim. Sonra onu müstakil bir yere defnetmek istedim. Altı ay sonra onu mezarından çıkardım. Bir de ne göreyim Kulağının bir kısmı hâriç, bütün vücûdu kabre defnettiğim günkü gibiydi! Onu yalnız başına bir mezara defnettim.” Buhârî, Cenâiz, 78 Allah Yolunda Öldürülenleri Sakın Ölü Sanmayın Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh- bir başka rivâyette şöyle anlatır Bir defâsında ben mahzun bir hâlde iken Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile karşılaşmıştım. Bana “–Seni niye böyle üzgün görüyorum?” buyurdu. “–Babam Uhud’da şehîd oldu. Geriye bakıma muhtaç kalabalık bir âile ve bir hayli de borç bıraktı.” dedim.[6] Bunun üzerine “–Allâh’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?” buyurdu. Ben de; “–Evet!” deyince sözlerine şöyle devâm etti “–Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmaz, dâimâ perde arkasından konuşur. Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz yüzyüze konuştu –Ey kulum, ne dilersen Ben’den iste, vereyim!» buyurdu. Baban –Ey Rabbim, beni dirilt, Sen’in yolunda tekrar şehîd olayım!» dedi. Allah Teâlâ Hazretleri –Ama Ben daha önce; ölenlerin artık dünyâya geri dönmeyeceklerine hükmettim.» buyurdu.[7] Baban da –Ey Rabbim, öyleyse benim hâlimi arkamda kalanlara bildir!» dedi. Bu talep üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrûr bir hâlde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermek isterler.» Âl-i İmrân, 169-170” İbn-i Mâce, Mukaddime, 13/190 Allah Yolundaki Gayret Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz, ashâb-ı kirâmın Allah yolundaki gayret ve şevkine dâir müşâhedelerini şöyle nakleder “Hendek Gazvesi günü, insanların ardından gittim. Arkamdan bir ses geldi. Dönüp bakınca Sa’d bin Muâz ile kardeşinin oğlu Hârise bin Evs’i gördüm. Olduğum yere çöktüm. Sa’d’ın sırtında dar bir zırh vardı, kolları zırhtan dışarı çıkmıştı. Cihâda katılmayı teşvik eden ve ecel geldiğinde ölümün ne kadar güzel olduğunu bildiren bir şiir okuyordu. Annesi ona –Evlâdım! Koş, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yetiş! Geciktin vallâhi!» diyordu. Ben –Sa’d’ın zırhı, parmaklarına kadar bütün vücûdunu örtseydi iyi olurdu.» dedim. Açık kalan kollarından okla vurulabileceği endişesini taşıyordum. Bu sözüme karşılık annesi bana –Allah hükmünü yerine getirir takdîr edilen ne ise ancak o olur!» dedi. Hakîkaten Sa’d o gün yaralandı.” Ahmed, VI, 141; İbn-i Hişâm, III, 244 Hazret-i Sa’d -radıyallâhu anh-, yarasının ağır ve öldürücü olduğunu anlayınca “–Allâh’ım! Eğer Kureyş müşrikleriyle herhangi bir çarpışma daha takdîr ettiysen, beni de o çarpışmada bulunmak üzere sağ bırak! Çünkü Rasûl’üne işkence ve kötülük yapan, O’nu yalanlayan ve yurdundan çıkaran o Kureyş kavmiyle çarpışmayı istediğim kadar, başka hiçbir kavimle çarpışmayı istemiyorum. Eğer bizimle onlar arasındaki çarpışma bu kadarsa, yaramı şehîdliğe vesîle kıl! Beni huzûruna kabul buyur! Kurayzaoğulları’nın cezâlandırıldıklarını görüp sevininceye kadar da canımı alma!” diyerek duâ etti. Vâkıdî, II, 525; İbn-i Sa’d, III, 423 Sa’d -radıyallâhu anh- duâsını bitirir bitirmez kanı dindi, bir damla bile akmadı. Tirmizî, Siyer, 29/1582; Ahmed, III, 350 Hazret-i Sa’d, Kurayzaoğulları’nın cezâlandırıldıklarını görünce, yarası tekrar açıldı. Bir müddet sonra o Peygamber âşığı sahâbî, rûhunu şehîden teslîm ederek rahmet-i Rahmân’a nâil oldu.[8] Sefere Katılma Nîmeti ve Şerefi Tebük Seferi’ne hazırlıkların yapıldığı esnâda ashâb-ı kirâm, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte, Allah yolunda canlarını fedâ edebilme seferberliğine çıkmanın ulvî heyecânını yaşıyorlardı. Ancak ashâb-ı kirâmın fakirlerinden yedi kişi, sefere iştirâk etmek için binek hayvanı bulamamıştı. Çoğunlukla iki askere, hattâ bâzen üç askere bir deve düşüyordu ve deveye sırayla bineceklerdi. Fakat sefere iştirâk etmeyi ve her an Allah Rasûlü ile berâber olmayı cân u gönülden arzu ettikleri hâlde, nöbetleşe de olsa binecek bir deve bulamayan fakir sahâbîler vardı. Onlar da, Allah Rasûlü’ne gelerek hâllerini arz ettiler. Bunun üzerine fakirlerin harpten muaf olduklarını bildiren şu âyet-i kerîme nâzil oldu “Ey Rasûlüm! Kendilerine binek sağlaman için Sana geldiklerinde Sen; Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum.» deyince, infâk edecek bir şey bulamadıkları için kederlerinden gözyaşı döke döke dönen kimselere de herhangi bir mes’ûliyet yoktur!” et-Tevbe, 92 Âyet-i kerîmede, Hakk’ın rızâsına kavuşmak ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte olabilmek için teessürlerinden gözyaşı döktüklerinden bahsedilen bu güzîde sahâbîlerin ihtiyaçlarını, İbn-i Yâmin, Hazret-i Abbâs ve Hazret-i Osman -radıyallâhu anhüm- tedârik ettiler.[9] Bir kısmına da daha sonra Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- binek temin etti. Buhârî, Megâzî, 78 Seferden muaf oldukları hâlde Allah Rasûlü’nden ayrı kalmak kendilerine giran gelen ve kalpleri Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetiyle dolu olan bu sahâbîler, bu canhıraş iştiyak ve muhabbetlerinin mukâbilinde sefere katılma nîmet ve şerefine mazhar oldular. “Ebû Zer Yalnız Yaşar, Yalnız Ölür ve Yalnız Başına Diriltilir” Tebük Seferi’ne çıkılmış, bir hayli yol alınmıştı. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra ashâbdan Ebû Zer -radıyallâhu anh- da orduya yetişti. O, zayıf hayvanı yola dayanamadığı için gerilerde kalmış, sonunda hayvanını terk etmiş ve yaya olarak binbir meşakkatle ordunun ardından yetişmişti. Bunu gören Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, mütebessim bir çehreyle “–Allah selâmet versin! Ebû Zer yalnız yaşar, yalnız ölür ve yalnız başına diriltilir.” buyurdular. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu mûcizevî ifâdeleri, vakti gelince tahakkuk etmiş ve Ebû Zer -radıyallâhu anh-, gerçekten yalnız yaşamış ve yalnız vefât etmiştir. Vâkıdî, III, 1000 Kişinin Mânen Helâkine Sebebiyet Verebilecek Mes’ûliyet Allah yolunda mes’ûl olunan bir gayretten geri kalmak, kişinin mânen helâkine bile sebebiyet verebilir. Nitekim Ebû Hayseme -radıyallâhu anh-, Tebük Seferi’nin zorluğu sebebiyle başlangıçta Medîne’de kalmış, yola çıkan İslâm ordusuna iştirâk etmemişti. Birgün bahçesindeki çardakta âilesi kendisine mükellef bir sofra hazırlamıştı. Ebû Hayseme bu manzarayı görünce bir an Allah Rasûlü ve ashâbının ne hâlde olduğunu, buna mukâbil kendisinin durumunu düşündü. Yüreği sızladı ve kendi kendine “–Onlar bu sıcakta Allah yolunda zorluklara katlanmaktayken, benim bu yaptığım, olacak şey mi?!” dedi. Bu nedâmetle, kendisi için hazırlanan sofraya hiç el sürmeden derhal yola düştü, Tebük’te İslâm ordusuna katıldı. Ebû Hayseme’nin geldiğini gören Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onun bu davranışından memnun oldu ve “–Yâ Ebâ Hayseme! Neredeyse helâk olacaktın!..” buyurarak onun affı için Cenâb-ı Hakk’a duâ etti. İbn-i Hişâm, IV, 174; Vâkıdî, III, 998 Biraz İleri Git De Yer Ver Ey Hâris! Bir gün Hâris bin Hişâm ile Süheyl bin Amr -radıyallâhu anhümâ-, halîfe Hazret-i Ömer’in yanına gittiler. Onu aralarına alarak oturdular. Bir müddet sonra halîfenin yanına ilk Muhâcirler gelmeye başladı. Her bir Muhâcir geldikçe Hazret-i Ömer; “–Şöyle biraz açıl ey Süheyl! Biraz ileri git de yer ver ey Hâris!” diyerek onları kenara oturtuyordu. Sonra Ensâr gelmeye başladı. Hazret-i Ömer yine Süheyl ile Hâris’e yeni gelen Ensâr’a yer vermelerini söyledi. Öyle ki, onlar insanların en sonuna oturdular. Hazret-i Ömer, meclisine gelen kişiyi, İslâm’a girmekteki önceliğine ve ihlâsına göre yakınına oturtuyordu. Hazret-i Ömer’in yanından çıktıklarında Hâris, Süheyl’e “–Ömer’in bize yaptığını gördün mü?” dedi. Süheyl -radıyallâhu anh- da “–Onu kınamaya hakkımız yok! Asıl biz kendimizi ayıplayalım. Bu durumu başımıza kendimiz getirdik. O insanlar İslâm’a çağrıldıkları zaman hemen koştular, hiç beklemeden kabul ettiler. Biz çağrıldığımızda ise yavaş davrandık, geri kaldık!” dedi. İnsanlar Hazret-i Ömer’in yanından dağılınca, Hâris ile Süheyl tekrar onun yanına varıp “–Ey mü’minlerin emîri, bugün yaptıklarını gördük. Ancak şunu da biliyoruz ki, bu durumu başımıza getiren yine biziz. Acabâ bu hatânın telâfisi mümkün müdür?” dediler. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- “–Bunun telâfisi ancak şu şekilde olabilir.” dedi ve Rum tarafındaki cephelere işâret etti. Bunun üzerine onlar da cihâd için çıkıp Şam’a gittiler ve bir daha da dönmediler. Ali el-Müttakî, XIV, 67/37953; Hâkim, III, 318/5227 Ashâbın Allah Yolundaki Gayreti Ebû Mûsâ el-Eş’arî -radıyallâhu anh-’ın oğlu Ebû Bekir, ashâbın Allah yolundaki gayretine güzel bir misâl olan şu muhteşem hâdiseyi nakleder Babam Ebû Mûsâ -radıyallâhu anh- düşmanın karşısında durmuş şöyle diyordu “–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Şüphesiz cennet kapıları kılıçların gölgeleri altındadır.» buyurdu.” Bunun üzerine üstü başı perişan biri ayağa kalkıp “–Ey Ebû Mûsâ! Bu sözü Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- söylerken işittin mi?” diye sordu. Ebû Mûsâ “–Evet, işittim.” cevâbını verdi. Bunu duyan adam, arkadaşlarının yanına dönüp “–Sizleri selâmlıyorum!” dedi ve kılıcının kınını kırıp attı. Sonra elinde kılıcıyla düşmanın üzerine yürüdü ve şehîd oluncaya dek düşmanla savaştı. Müslim, İmâre, 146; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 23/1659 Allah Yolunda Cihâd Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh-, Rumlara karşı tertib edilen gazâya katılmıştı. Yolda hastalandı. Vefâtı yaklaşınca asker arkadaşlarına şöyle dedi “–Şayet ölürsem beni yanınıza alın ve Rum topraklarına doğru gidebildiğiniz en son noktaya götürün. Düşman saflarıyla karşılaşıp daha fazla ilerleyemez olduğunuzda beni oraya, ayaklarınızın altına defnedin!..” Bkz. Ahmed, V, 419, 416 İşte Eyyûb Sultan Hazretleri, hayâtı boyunca Allah yolunda cihâd etmiş, vefâtından sonra da kabriyle ve türbesiyle arkasından gelen İslâm askerlerine hedef göstermek sûretiyle hizmetine devâm etmiştir. “Küffârla Gazâ” Mefkûresi Osmanlı Beyliği, gerçek bir devlet olma husûsiyetini Orhan Gâzi zamanında kazanmıştır. O da babası Osman Gâzi gibi, Anadolu içerisindeki hesaplaşmalardan ziyâde “küffârla gazâ” mefkûresini benimsemişti. Bu yolda gözlerini başta İstanbul olmak üzere tâ ötelere dikmişti. Bunun için kendisine “merzbânü’l-âfâk” ufukların sâhibi ünvânı verilmiştir. Bir yerde bir aydan fazla durmayıp i’lâ-yı kelimetullah yolunda sürekli cihâd üzere bir hayat yaşadığı bilinmektedir. Bununla birlikte O “Mürüvvet, gazâdan efdaldir!” diyerek asıl fethi gönüllerde tecellî ettirmeyi tercîh ediyordu. Özdemiroğlu Osman Paşa Şehadeti Özdemiroğlu Osman Paşa, Allâh için gayret etmiş, büyük başarılar elde etmişti. III. Murad Han, Paşa’nın muvaffakıyet dolu hizmetlerine bir mükâfât olarak onu kendisine sadrâzam yaptı. Özdemiroğlu Osman Paşa, bu vazifede yaklaşık dört ay hizmet ettikten sonra Kırım’ın karışması üzerine kendi isteği ile tekrar serdâr oldu. Bu sırada Kırım’daki isyânın bastırıldığı haberinin gelmesi üzerine bir hatt-ı hümâyûn ile doğu serdarlığına tâyin edildi. Ecdâdımız makam ve mevkîden ziyâde Allah rızâsının nerede daha çok olduğuna bakıyordu. Özdemiroğlu da sadrâzam olduğu hâlde kendi isteğiyle tekrar cepheye gitmiş, Allah yolunda cihâd ederken şehîdlik mertebesine yükselerek Rabbine kavuşmuştur. “Hasaneyn’in Hazret-İ Hasan Ve Hüseyin’in Rûhu İçin” Gençliklerinde, kuvvetleri yerindeyken, savaş meydanlarında düşmana karşı kılıç sallayarak hizmet eden yeniçeriler, artık sakallarına ak düşüp de kılıç sallayacak dermanları kalmadığı zaman, sırtlarında meşin bir su kırbası ve ellerinde kalaylı bir tasla sokak sokak gezer, Kerbelâ’da bir yudum suya hasret bırakılarak şehîd edilen Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh- için su dağıtıp sevap kazanmaya çalışırlar, “Hasaneyn’in Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in rûhu için” diyerek, susayanlara su ikrâm ederlerdi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sevgili torunu Hazret-i Hüseyin’in yürek dağlayan hâtırası, iştahla içilen her yudum suyun ardından tâzîz edilir ve onun mübârek dudaklarından esirgenen birkaç yudum su, o günden beri dünyanın dört bir yanında bütün susayanlara ikrâm edilirdi.[10] Altın Olarak Tesviye Yüksek tahsil talebesi olan zâbit Muzaffer, Çanakkale Harbi’nin sürüp gitmesi üzerine ihtiyâca binâen gönüllü olarak ordu saflarına katılmıştı. Üç aylık bir tâlimden sonra Çanakkale’ye sevk edildi. Ancak harp bitmişti. Birliklerin büyük bir kısmı doğu cephesine sevk edilecekti. Bunun için de harpte yıpranmış olan nakil araçlarının lastik vs. ihtiyaçlarının giderilmesi gerekiyordu. Bu iş için, İstanbullu zâbit Muzaffer vazifelendirilmişti. Zâbit Muzaffer, elindeki tezkere ile derhal İstanbul’a gitti. Aradığı malzemeleri bir yahûdî tüccarında bularak erkân-ı harbiye kaymakamına çıktı. Fakat kaymakam, maddî imkânsızlıklar sebebiyle askerin ayağına postal, sırtına kaput bulamadıkları gerekçesiyle istenilen meblâğı veremeyeceklerini söyledi. Kaymakamın yanından mahzun bir şekilde ayrılan zâbit Muzaffer, ne yapacağını bilemez bir hâldeydi. Birliğine eli boş olarak nasıl dönebilirdi? Cephede çekilen sıkıntıları düşünerek sonunda kararını verdi ve yahûdî tüccarın yanına varıp, siparişlerini hazırlamasını, sabah namazından sonra almaya geleceğini ve parasını da o zaman ödeyeceğini bildirdi. O gece, sabaha kadar çalışarak bir yüz liralık kağıt para hazırladı. İlk bakışta anlaşılamayacak kadar aslına benzeyen bir kağıt paraydı bu… O zamanlar kağıt paraların üzerinde “Bedeli Dersaâdet’te altın olarak tesviye olunacaktır.” ibâresi yazılırdı. Zâbit Muzaffer de, kendi hazırladığı yüz liralığın üzerine “Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır.” yazdı. Sabahleyin erkenden yahûdî tüccardan mallarını aldı ve bu parayı vererek bir gemiyle Çanakkale yolunu tuttu. Üç gün sonra yahûdî tüccar, elindeki parayı bozdurmak için Osmanlı Bankası’na gittiğinde, mesele ortaya çıktı. Para sahte idi. Paranın üzerinde kasdedilen altın ise, Çanakkale’de dökülen ve altından daha kıymetli olan şehîd kanlarıydı. Her nedense yahûdî, bu duruma sükût etti ve hiçbir aksülamelde bulunmadı. Ancak hâdise, bütün İstanbul’a yayıldı ve bundan Şehzâde Abdülhalim Efendi’nin de haberi oldu. Şehzâde, derhal alâka gösterdi. Taklit parayı, yahûdîden bedeli olan altını vererek aldı ve bunu zarif bir mahfaza içinde emniyet müzesine hediye etti. SON NEFESE KADAR KULLUK Velhâsıl, Cenâb-ı Hakk’ın “Sana yakîn ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” el-Hicr, 99 buyruğuna ittibâ ile, son nefesimize kadar Allah yolundaki gayretlerimizi artırarak sürdürmeliyiz. Çünkü bu dünya kazanma yeri, âhiret ise karşılık görme mekânıdır. Dünyadayken amel defterlerimizi ne kadar hayrât ve hasenât ile doldurabilirsek ebedî hayatta o kadar mes’ûd oluruz. Bununla birlikte yaptığımız hayırlara, kazandığımızı düşündüğümüz ecirlere de hiçbir zaman güvenmemeliyiz. Zîrâ Cenâb-ı Hakk’ın mağfireti, fazlı ve rahmeti, kulların biriktirdiği şeylerden daha hayırlıdır.[11] Bu da kalbin her zaman Allâh ile beraber olmasına ve ihlâslı gayretlere bağlıdır. Dipnotlar [1] Bkz. el-Furkân, 52. [2] Bkz. es-Saff, 4. [3] Bkz. el-Bakara, 218. [4] Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ, Beyrut 1997, I, 333. [5] Taberî, Târîh, Kâhire 1990, II, 505-506; Vâkıdî, I, 216. [6] Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Câbir -radıyallâhu anh-’a her hususta dâimâ yardımcı olmuştur. Meselâ, borcunu ödemesi için bahçesine giderek malını bereketlendirmesini Allah’tan niyâz etmiş, Allah Rasûlü’nün bu duâsının ardından Hazret-i Câbir’in hurmaları mûcizevî bir şekilde bereketlenerek bütün borçlarına kâfi gelmiştir. Buhârî, Vasâyâ 36, İstikrâz 9, Cihâd 49, Büyû 34; Müslim, Müsâkât 109; Ahmed, III, 303, 373, 391 [7] Tirmizî, Tefsîr, 3/3010. [8] Bkz. İbn-i Hişâm, III, 271. [9] Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 172; Vâkıdî, III, 994. [10] A. Turan Alkan, Osmanlı Ansiklopedisi, İst. 1996, İz Yay. V, 20. [11] Bkz. Âl-i İmrân, 157; Yûnus, 58; ez-Zuhruf, 32. Kaynak Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları İslam ve İhsan

allah yolunda olanlarla ilgili ayetler